bugün
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı26
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri10
- aristoteles'in orta yolu9
- bir sözlük kızı ile yakınlaşmak17
- anın görüntüsü15
- manyak olmaya karar verdim silik olsun kampanyası14
- ak partiliyi çok fena döven chp belediye başkanı19
- akrep burcu9
- bik bik moderatör olsun15
- 22 şubat 2024 sparta prag galatasaray maçı14
- birini donuzlayarak ceza vermek9
- patiswiss16
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı10
- arkadaşlar biri var18
- karınıza range rover alır mısınız25
- kent lokantası niye bedava değil demek22
- boşuna yaşıyorum hissi18
- avrupanın yarrağı yemesi yakındır19
- evlilik17
- akp seçmeni11
- ali erbaş19
- escort fiyatlarının güncellenmesi12
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi11
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi17
- icardi1905 silik olsun kampanyası27
- türkiyede çok abartılan arabalar9
- nervio'ya aşık olmak10
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı14
- futbolcu ismiyle nick almak14
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu37
- demet akalın'ın zeka seviyesi12
- gina carano9
- icardi19059
- türkiye işçi partisi9
- çin halk cumhuriyeti8
- ellerim bos gonlum hos9
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi15
- 31 mart 2024 cumhuriyet halk partisinin zaferi8
- sözlük kızlarının don renkleri14
- aynı dizileri tekrar tekrar izlemek8
- karımın çok mutlu olacağı gerçeği13
- kadınların boşanmış erkeğe bakışı9
- merfulu8
- sözlük kızlarının ayakkabıları18
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler15
- eloande'ye koca buluyoruz kampanyası8
- murat kurum kurudu gitti8
- haçta iken sevgili ile sevişmek günah mıdır11
- yunanistan bizden çalsa rahatsız olmayacağınız şey11
- online olup entry girmeyen yazarlar9
entry'ler (1161)
o kadar çok okumam, gezmem, izlemem, konuşmam, dinlemem, sevmem lazım ki hiç uyumadan yaşayabilmek isterdim.
geçen senenin son döneminde, dolar/tl 6 küsürlerdeyken, 5.50'ye ineceğine dair tahmin yaptıktan sonra linç edilen ekonomisttir. bu başarılı tahminin üzerine hala, 'dolar/TL en az 6.50’ye yükselecek tahminime sadığım.' demektedir. taraftarları merakla izlemede, beklemededir efenim.
(bkz: bocuk gecesi)
pekmezli süzme yoğurt.
eğer yılda 32.400 dolardan fazla kazanıyorsan, dünyanın en zengin %1'i içindesin demektir.
dizayn ve üretim maliyetleri daha düşük olduğu için, arkadan itişlilere göre fiyatları daha uygun olur. bakınız mercedes cla fiyatlarının, c 180'lere göre daha düşük olma sebebi. daha az parça kullanımı sadece fiyatı değil, aracın hafifliği sayesinde yakıt tüketimini de azaltır. ayrıca daha az parça, ilerde oluşabilecek yedek parça gereksiniminin yaratacağı olası maliyeti de düşürür. kış aylarında kayma önden çekişlilerde daha az olur. zira, şanzıman ve motor aksamı ile aks sistemi aracın önünde yer aldığı için ön taraf daha ağırdır.
erken boşanma.
''...N’oldu lan? diye sordum. Abi ben üstü açık arabada garip hissediyorum, utanıyorum demiştin. O konuşmanın devamında bana dedin ki Abi ben bu işi başaracağım. Bi annem var, annemin de bir tek varlığı benim. Ne yapıp edip bunu başaracağım.''
Anneannesi namaz kılarken secdeye kapandığında sırtına çıkıp bazen de kıçını ısıran sıradan bir çocukken, babasızlığın ve fakirliğin ne olduğunu keşfettikçe içe kapanan, insanlarla konuşmaktan utandığı için, yetişkin olduğunda da yapacağı gibi, evde bir başına oturan bir adamın hikayesi. Anne sinirli, ilaç bağımlısı, uykuları sorunlu. Halayla, yengeyle ne zaman buluşsalar babadan bahsedip ağlaşıyorlar. Her söyleneni duyup babalardan bahsedilmesini sevmemeye başlayan bir çocuğun hikayesi bu aynı zamanda.
Halasının dual pikaplarında Yemen Türküsü’nü dinleyip ölen askerden geriye sadece bir çift kundura, bir de fes kalmasından kalbi yaralanan bir ergen. Zaten zenginler kendilerinden utanmalılar, dünyada onca fakir insan varken. Sonra ince Memed’in Hatice’yi kaçırdığı o mağarada Hatice kadın oluyor, demek ki çıplaklardı. ince Memed çok şanslı biri olmalı...
Deep Purple (en çok Ian Gillan), Led Zeppelin, Kiss, Iron Maiden, MFÖ, Black Sabbath, Bülent Ortaçgil... Ve tabii ki Elvis...
Küçük insanların küçük hayalleri olur. Birkaç yıl içinde Türkiye’den gitmeli, adını 'Teo' yapmalı. Küstah, hazırcevap, popüler biri olmalı. Çok güzel sevgilileri olmalı, esprili biri olacağı için onları bol bol güldürmeli. iyi giyinen arkadaşlarıyla diskoya gitmeli. Motosiklet almalı, siyah deri ceket giymeli, ara sıra da anneyi görmeli...
işletme okumaktan vazgeçip, aylarca eve kapanıp tek kitapla günde 7-8 saat çalışıp Boğaziçi Matematik’e girebilen TÜBiTAK burslu başarılı bir üniversite öğrencisi o. Öte yandan okul derslerine çok konsantre olamadığı için, atılma korkusuyla beş sene boyunca sürekli üniversite sınavına giriyor, atılırsa aynı sene yeniden kayıt yaptırabilsin diye.
Amerika’da, bir aylığına bir arkadaşının yanına gittiğinde, okuldaki yemeklerin üç buçuk dolar olduğunu görüyor. Öte yandan yemek, onun için hayatı idame ettirmekten başka bir işe yaramayan bir teferruat. Marketten 25 sente konserve yemeye başlıyor. Bir süre sonra yediği ton balıklı konservenin kedi maması olduğu ortaya çıkıyor, 99 sente insan konservesine geçiş yapmak zorunda kalıyor. Türkiye’de de durumlar çok farklı değil, yazın okuldan ayrı geçen periyotta Bodrum’da çalıyor söylüyor, dönüşte elde kalan tek şey orada kazandığıyla alabildiği bir deri mont. Londra’daysa bulaşık yıkıyor, en sevdiği.
işler yolunda gitmeye başladıktan sonra içindeki detaycı, disiplinli, kontrol manyağı obsesif ve acımasız Führer ortaya çıkıyor. Özensiz konser sözleşmelerine inat, hiçbir maddeyi şansa bırakmadığı 11 sayfalık 'Teoman sözleşmesi' piyasada ün salıyor. ilk zamanlar prodüksiyon menajeri yok prodüksiyonun başında. Yavaş yavaş yürüyen ışıkçıyı çağırıyor, par ışıklarının neden takılmadığını soruyor, ışıkçı 10-15 dakikalık işi olduğunu söylüyor. Saatine bakıp ona 'tam 15 dakikan var' diyor, sırtından tutup ileri itiyor, 'hadi bakalım, koş şimdi, sadece 15 dakikan var!' Adam koşuyor. Bir başka gün müzisyenler provaya geç kalıp köprü trafiğini bahane edince, onlara köprünün açıldığı 1974 yılından beri tıkalı olduğunu söylüyor. Bir gün turnede bavulunda kemerini bulamayıp deliriyor. Bir gece genç bir çocuk yanına gelip çalıştığı dergi için 'röportaj' lafını eder etmez hakaret ve küfürlere maruz kalıp neye uğradığını şaşırıyor.
Halbuki mutluluk onun için, çocukken çok ıslanıp üşüdüğü bir kış günü Taksim’den otobüsle eve döner dönmez çoraplarını çıkarıp, pijamalarını giyip ayaklarını kalorifer peteklerinin arasına sokup kitaplarını karıştırmaya başlamaktı. Ama hayat bundan daha çetrefilliydi. Parasızlık diye bir şey vardı, kadınlar vardı, mutsuz bir de anne. Ve ölüm. Nevrini döndüren genelde ölüm haberleri oluyordu. 'Amca' diye hitap ettiği kuzeni Mustafa, teyzesi, Murat, M.Ç., Orhan Abi, Kerim Abi, Zeki Abi, Bowie, Prince, Cohen... Etrafındaki ölümler kendine ait korkularını ateşliyor, hayatla hiçbir bağının olmadığını görüp korkuyordu. 'Ölüm fikri bütün keyfimi kaçırıyor. Birileri öldüğünde, ölümün var olduğu birden büyük bir gerçeklik oluyor. Tırsıyorum.'
'...Kütüphanemin önüne geçiyorum, kafamda Oğuz Atay’ın kahramanı gibi kütüphanemdeki bütün kitapları yalayıp yutuyorum bundan sonraki hayatımda. Amacım o olmuş. Kitaplara gömülüp, başka hiçbir şey düşünmüyorum. Çocukluğumdaki gibi, hayatla hiç ilgilenmek istemiyorum ve bu fikrimde çok haklı olduğuma karar veriyorum. Hiç kimsenin derdiyle uğraşmicam artık, diyorum. Yeter başkalarını kafaya taktığım, sadece kitap okuyacağım. Üst kata çıkana kadar hayalimi unutuyorum...'
ilk albümü çıktığında Bodrum sokaklarında dolaşırken küçük bir bardan bir şarkısını duyup 3-5 kızın bağıra çağıra eşlik ettiğini görür. Tüyleri diken diken olur. Şimdiyse o duyguyu hiçbir zaman yaşamayacak olmak kolay değildir. Elinden gelen, kitapçılardan ortaokullar için 'vücudumuzu tanıyalım' ve 'orta atlas' almaktır. ilerde organların ne işe yaradığını ve ülkeleri filan öğrenip kızına öğretecektir. Hiçbir zaman yeniden 'Papatya Teoman' olamayacaktır, ama kızının prensi olma şansını boş geçmeyecektir.
'Benimle hayat zor, ama kendim için de zor...'
Anneannesi namaz kılarken secdeye kapandığında sırtına çıkıp bazen de kıçını ısıran sıradan bir çocukken, babasızlığın ve fakirliğin ne olduğunu keşfettikçe içe kapanan, insanlarla konuşmaktan utandığı için, yetişkin olduğunda da yapacağı gibi, evde bir başına oturan bir adamın hikayesi. Anne sinirli, ilaç bağımlısı, uykuları sorunlu. Halayla, yengeyle ne zaman buluşsalar babadan bahsedip ağlaşıyorlar. Her söyleneni duyup babalardan bahsedilmesini sevmemeye başlayan bir çocuğun hikayesi bu aynı zamanda.
Halasının dual pikaplarında Yemen Türküsü’nü dinleyip ölen askerden geriye sadece bir çift kundura, bir de fes kalmasından kalbi yaralanan bir ergen. Zaten zenginler kendilerinden utanmalılar, dünyada onca fakir insan varken. Sonra ince Memed’in Hatice’yi kaçırdığı o mağarada Hatice kadın oluyor, demek ki çıplaklardı. ince Memed çok şanslı biri olmalı...
Deep Purple (en çok Ian Gillan), Led Zeppelin, Kiss, Iron Maiden, MFÖ, Black Sabbath, Bülent Ortaçgil... Ve tabii ki Elvis...
Küçük insanların küçük hayalleri olur. Birkaç yıl içinde Türkiye’den gitmeli, adını 'Teo' yapmalı. Küstah, hazırcevap, popüler biri olmalı. Çok güzel sevgilileri olmalı, esprili biri olacağı için onları bol bol güldürmeli. iyi giyinen arkadaşlarıyla diskoya gitmeli. Motosiklet almalı, siyah deri ceket giymeli, ara sıra da anneyi görmeli...
işletme okumaktan vazgeçip, aylarca eve kapanıp tek kitapla günde 7-8 saat çalışıp Boğaziçi Matematik’e girebilen TÜBiTAK burslu başarılı bir üniversite öğrencisi o. Öte yandan okul derslerine çok konsantre olamadığı için, atılma korkusuyla beş sene boyunca sürekli üniversite sınavına giriyor, atılırsa aynı sene yeniden kayıt yaptırabilsin diye.
Amerika’da, bir aylığına bir arkadaşının yanına gittiğinde, okuldaki yemeklerin üç buçuk dolar olduğunu görüyor. Öte yandan yemek, onun için hayatı idame ettirmekten başka bir işe yaramayan bir teferruat. Marketten 25 sente konserve yemeye başlıyor. Bir süre sonra yediği ton balıklı konservenin kedi maması olduğu ortaya çıkıyor, 99 sente insan konservesine geçiş yapmak zorunda kalıyor. Türkiye’de de durumlar çok farklı değil, yazın okuldan ayrı geçen periyotta Bodrum’da çalıyor söylüyor, dönüşte elde kalan tek şey orada kazandığıyla alabildiği bir deri mont. Londra’daysa bulaşık yıkıyor, en sevdiği.
işler yolunda gitmeye başladıktan sonra içindeki detaycı, disiplinli, kontrol manyağı obsesif ve acımasız Führer ortaya çıkıyor. Özensiz konser sözleşmelerine inat, hiçbir maddeyi şansa bırakmadığı 11 sayfalık 'Teoman sözleşmesi' piyasada ün salıyor. ilk zamanlar prodüksiyon menajeri yok prodüksiyonun başında. Yavaş yavaş yürüyen ışıkçıyı çağırıyor, par ışıklarının neden takılmadığını soruyor, ışıkçı 10-15 dakikalık işi olduğunu söylüyor. Saatine bakıp ona 'tam 15 dakikan var' diyor, sırtından tutup ileri itiyor, 'hadi bakalım, koş şimdi, sadece 15 dakikan var!' Adam koşuyor. Bir başka gün müzisyenler provaya geç kalıp köprü trafiğini bahane edince, onlara köprünün açıldığı 1974 yılından beri tıkalı olduğunu söylüyor. Bir gün turnede bavulunda kemerini bulamayıp deliriyor. Bir gece genç bir çocuk yanına gelip çalıştığı dergi için 'röportaj' lafını eder etmez hakaret ve küfürlere maruz kalıp neye uğradığını şaşırıyor.
Halbuki mutluluk onun için, çocukken çok ıslanıp üşüdüğü bir kış günü Taksim’den otobüsle eve döner dönmez çoraplarını çıkarıp, pijamalarını giyip ayaklarını kalorifer peteklerinin arasına sokup kitaplarını karıştırmaya başlamaktı. Ama hayat bundan daha çetrefilliydi. Parasızlık diye bir şey vardı, kadınlar vardı, mutsuz bir de anne. Ve ölüm. Nevrini döndüren genelde ölüm haberleri oluyordu. 'Amca' diye hitap ettiği kuzeni Mustafa, teyzesi, Murat, M.Ç., Orhan Abi, Kerim Abi, Zeki Abi, Bowie, Prince, Cohen... Etrafındaki ölümler kendine ait korkularını ateşliyor, hayatla hiçbir bağının olmadığını görüp korkuyordu. 'Ölüm fikri bütün keyfimi kaçırıyor. Birileri öldüğünde, ölümün var olduğu birden büyük bir gerçeklik oluyor. Tırsıyorum.'
'...Kütüphanemin önüne geçiyorum, kafamda Oğuz Atay’ın kahramanı gibi kütüphanemdeki bütün kitapları yalayıp yutuyorum bundan sonraki hayatımda. Amacım o olmuş. Kitaplara gömülüp, başka hiçbir şey düşünmüyorum. Çocukluğumdaki gibi, hayatla hiç ilgilenmek istemiyorum ve bu fikrimde çok haklı olduğuma karar veriyorum. Hiç kimsenin derdiyle uğraşmicam artık, diyorum. Yeter başkalarını kafaya taktığım, sadece kitap okuyacağım. Üst kata çıkana kadar hayalimi unutuyorum...'
ilk albümü çıktığında Bodrum sokaklarında dolaşırken küçük bir bardan bir şarkısını duyup 3-5 kızın bağıra çağıra eşlik ettiğini görür. Tüyleri diken diken olur. Şimdiyse o duyguyu hiçbir zaman yaşamayacak olmak kolay değildir. Elinden gelen, kitapçılardan ortaokullar için 'vücudumuzu tanıyalım' ve 'orta atlas' almaktır. ilerde organların ne işe yaradığını ve ülkeleri filan öğrenip kızına öğretecektir. Hiçbir zaman yeniden 'Papatya Teoman' olamayacaktır, ama kızının prensi olma şansını boş geçmeyecektir.
'Benimle hayat zor, ama kendim için de zor...'
dakikalar önce sahibi tarafından kapatılan oluşum.
adamın son dönemde yaşananlarla ilgili attığı tivitler ibretlik:
https://twitter.com/GucluGokozan
adamın son dönemde yaşananlarla ilgili attığı tivitler ibretlik:
https://twitter.com/GucluGokozan
türk mafyasının bulaşmaması yüksek olasılıklı öpücük türü.
her yerinden sular fışkıran 2 bin küsür nüfuslu kemaliye'den çıkma leziz bir tatlı. 'lökhane' yazısını göreceksiniz merkezde, dalın içeri. Kuru dut ve cevizin yaklaşık 3 saat makinede dövülüp macun haline getirilmesiyle elde ediliyor.
yıldız tilbe açık vermeyeydi iyiydi.
(bkz: desperados)
bugün 18.30-20.00 arasında ivana sert, dolunay soysert ve ardından zuhal topal'ın yemek yediği restorandır. çıktığımda ilker aksum da yanında bir mankenle yoldaydı. peh...
açıklamanın ardından şu an söylenti üzerine söylenti dolanmakta. benim en çok ilgimi çeken, evli olanların 25 gün askere gitme kuralından muaf olacağına dair. önümüzdeki günlerde zaten evlenecek bedelli adaylarının gözü aydın, ama götünden evlilik uyduracaklara dikkat diyeyim, formalite icabı yapmıyorsanız en az 100 bin liranız gidecek. 15 bin liralık bedelli olmasın sonra 100 küsür bin. *
gitmeyi düşünüp bu başlığa gelenler daha fazla düşünmesin, alın bileti gidin. 7 gece kaldıktan sonra yazdığım yazıya şuradan ulaşabilirsiniz:
http://blog.milliyet.com....lanka/Blog/?BlogNo=590234
http://blog.milliyet.com....lanka/Blog/?BlogNo=590234
marmara üniversitesi mezunu olup nerelere gelebilmiş ki diyebileceğim figürdür. hafta sonları arada bir galata'ya giden, ya da moda'da takılan, yaz tatillerini de ege ve yunanistan sularında geçiren sıradan bir beyaz yakalı yurdum insanıdır. detaylı araştırma yapmadım bu arada, twitter hesabına bakınız, 45 saniyelik bir göz atış yeterli bu tespit için. yani zenginlik babında abartılacak bir yerlere gelmemiştir, ekonomistlik kısmında ise bence yeterli, bir falsosunu görmedim, bir yerlere geldiği söylenebilir.
televizyona çıkma olayından dolayı galiba 'bir yerlere gelmiş' diye düşünüyor normal vatandaş, durum öyle değil. bankalar ya da yatırım şirketleri bu ekonomi programlarının telefonlarına bile çıkmaz, yok dedirtir, para vermiyorlar zira. kendi ismin için dilersen telefonla bağlanır ya da programa katılırsın. arabayla evinden alır, evine bırakırlar, anca o. zaten dönem dönem belli başlı isimler bu programlara hep katılır, birkaç kanalda birden görürsünüz. sonra sıkılır, bırakır, programcılar de mecbur başka av peşine düşer, sistem basitçe böyle. programcı da ne yapsın, konuşacak birini bulmak zorunda. yeri geldiğinde ismi lazım değil bir bankadan junior dealer çıkarmışlıkları bile var, telefona da değil, stüdyoya.
ayrıca az önce bloomberg'te, başıma bir şey gelmeyecekse, 10 dakika içinde 8 kere 'anlatabiliyor muyum?' demiştir. reklama girildi, reklamdan sonra henüz 2 kere dedi. baskın bir karakterdir, her an bir garsonu azarlayacakmış gibi bir bakışı, duruşu vardır. yanında garson olmasa da, bir yerden bulup azarlayacak gibi, bendeki imajı bu. garson burada bir metafor tabii. kimi öğle aralarında garanti hazine'deki arkadaşını ziyaret edip dedikodu yapar. kendisine tavsiyem saçlarını hiçbir zaman toplamasın.
televizyona çıkma olayından dolayı galiba 'bir yerlere gelmiş' diye düşünüyor normal vatandaş, durum öyle değil. bankalar ya da yatırım şirketleri bu ekonomi programlarının telefonlarına bile çıkmaz, yok dedirtir, para vermiyorlar zira. kendi ismin için dilersen telefonla bağlanır ya da programa katılırsın. arabayla evinden alır, evine bırakırlar, anca o. zaten dönem dönem belli başlı isimler bu programlara hep katılır, birkaç kanalda birden görürsünüz. sonra sıkılır, bırakır, programcılar de mecbur başka av peşine düşer, sistem basitçe böyle. programcı da ne yapsın, konuşacak birini bulmak zorunda. yeri geldiğinde ismi lazım değil bir bankadan junior dealer çıkarmışlıkları bile var, telefona da değil, stüdyoya.
ayrıca az önce bloomberg'te, başıma bir şey gelmeyecekse, 10 dakika içinde 8 kere 'anlatabiliyor muyum?' demiştir. reklama girildi, reklamdan sonra henüz 2 kere dedi. baskın bir karakterdir, her an bir garsonu azarlayacakmış gibi bir bakışı, duruşu vardır. yanında garson olmasa da, bir yerden bulup azarlayacak gibi, bendeki imajı bu. garson burada bir metafor tabii. kimi öğle aralarında garanti hazine'deki arkadaşını ziyaret edip dedikodu yapar. kendisine tavsiyem saçlarını hiçbir zaman toplamasın.
oy kaynaklarından olan mülteciler ülkeyi terk etmeye başlamadan, ekonomik kriz iyice ayyuka çıkmadan, bankalara ödenemeyen kredilerin oranları iyice artmadan, afrin 'zafer'inin dumanı sönmeden, aylardır 'erken seçim' yok diye aldatılmaya çalışılan chp hazırlıksız yakalanmışken yapılması lazımdı zaten. ayrıca, başıma bir şey gelmeyecekse, uzun bayram tatilinin son gününe denk getirilmiştir. şimdi aylardır 'erken seçim yok!' diyen abdülkadir selfi düşünsün.
edit: tabii ki rte yeşil ışık vermeden bahçeli böyle bir talepte bulunamazdı. adamlar tarihi bile netleştirmiş.
edit: tabii ki rte yeşil ışık vermeden bahçeli böyle bir talepte bulunamazdı. adamlar tarihi bile netleştirmiş.
bu bir şarkı değil, bir mucize.
john lennon'ın hayatının küçük bir kesitine yoğunlaşan ve içinde beatles kelimesi hiç geçmeyen bir film. zira Quarrymen'in kurulduğu dönemi izliyoruz ve ortada ringo yok. bu ön bilgiyle seyre başlamak lazım ki hevesler kursaklarda kalmasın.
kendi adıma, izlerken rahatsız olduğum iki konu var: birincisi lennon ile annesinin iletişiminde ana-oğul ilişkisinden çok, yoğun bir aşk yaşayan bir çift yansıtılmış. öyle ki kanepede uzanan lennon'un yanına kedi gibi sığınan annesi lennon'u ürpertirken, lennon'un zihninde yakın zamanda seviştiği kız arkadaşını düşündüğünü görüyoruz. bu sahneye kadar abarttığımı düşünmüştüm, ama açık bir şekilde 'onlar ana oğul değil, yıllar sonra bir araya gelmiş ve aşk yaşayan bir çiftti.' mesajı verilmiş. halbuki gerçekte buna dair bir bilgi yok. annesinin arkadaş gibi olduğu, mimi'nin aksine john'un arkadaşlarıyla iyi geçindiği bilinir, ancak oğluyla aşk yaşamış olduğunu ya da bunu arzuladığını sanmıyorum.
ikinci husus da ölüm sahnesinin ardından dışarda lennon'un paul'u yumrukladığı sahne. biyografilerinde böyle bir detay yok. öyle ki paul'un kendisi de filmin ardından sorulduğunda, lennon'un kendine vurduğunu hiç hatırlamadığını söylemiştir. lennon ile mesela george arasında zaman zaman kısa süreli sürtüşmeler, hatta kimisi sahnede, yaşanmış olsa da, lennon ile paul arasındaki mesafenin yumruklu bir kavgaya izin vereceğini sanmıyorum. hatta lennon'un ağzından şöyle bir detay var: 'biraz ara verdikten sonra tekrar buluştuğumuzda birbirimize dokunmaya utanırdık. bu utancı gizlemek için özenle el sıkışırdık. ya da delice danslar yapardık. ancak ondan sonra birbirimize sarılırdık.'
en beğendiğim kısım ise, sadece lennon için değil, müzik tarihi için de dönüm noktası olan karar verme sahnesi olmuştur. babası yeni zelanda'ya gitmeden önce birkaç gününü 5 yaşındaki john ile geçirmiştir. annesi onu almaya geldiğinde küçücük bir çocuktan kocaman bir karar vermesini isterler. babası evde, yeni zelanda'ya onunla gelmeyi mi, yoksa annesiyle liverpool'da kalmayı mı tercih ettiğini sorar. john, babasını seçer. annesi itiraz etmez, sadece yıkılmış bir şekilde evden çıkar. daha köşeyi dönmeden john bacaklarına sarılır, gitme der, orada annesini seçer, yıllar sonra da müzik tarihine imzasını kimsenin alt edemeyeceği kadar büyük bir şekilde atar...
bir ay kadar sonra gelen edit: yanılmışım. lennon şaşırtmadı, anasına hallenmiş valla, kendi diyor: 'John described a childhood experience, lying in bed with his mother and accidentally touching her breast, "and I was wondering if I should do anything else.... I always think I should have done it. Presumably she would have allowed it"'
kaynak: https://www.quora.com/Did...-attraction-to-his-mother
kendi adıma, izlerken rahatsız olduğum iki konu var: birincisi lennon ile annesinin iletişiminde ana-oğul ilişkisinden çok, yoğun bir aşk yaşayan bir çift yansıtılmış. öyle ki kanepede uzanan lennon'un yanına kedi gibi sığınan annesi lennon'u ürpertirken, lennon'un zihninde yakın zamanda seviştiği kız arkadaşını düşündüğünü görüyoruz. bu sahneye kadar abarttığımı düşünmüştüm, ama açık bir şekilde 'onlar ana oğul değil, yıllar sonra bir araya gelmiş ve aşk yaşayan bir çiftti.' mesajı verilmiş. halbuki gerçekte buna dair bir bilgi yok. annesinin arkadaş gibi olduğu, mimi'nin aksine john'un arkadaşlarıyla iyi geçindiği bilinir, ancak oğluyla aşk yaşamış olduğunu ya da bunu arzuladığını sanmıyorum.
ikinci husus da ölüm sahnesinin ardından dışarda lennon'un paul'u yumrukladığı sahne. biyografilerinde böyle bir detay yok. öyle ki paul'un kendisi de filmin ardından sorulduğunda, lennon'un kendine vurduğunu hiç hatırlamadığını söylemiştir. lennon ile mesela george arasında zaman zaman kısa süreli sürtüşmeler, hatta kimisi sahnede, yaşanmış olsa da, lennon ile paul arasındaki mesafenin yumruklu bir kavgaya izin vereceğini sanmıyorum. hatta lennon'un ağzından şöyle bir detay var: 'biraz ara verdikten sonra tekrar buluştuğumuzda birbirimize dokunmaya utanırdık. bu utancı gizlemek için özenle el sıkışırdık. ya da delice danslar yapardık. ancak ondan sonra birbirimize sarılırdık.'
en beğendiğim kısım ise, sadece lennon için değil, müzik tarihi için de dönüm noktası olan karar verme sahnesi olmuştur. babası yeni zelanda'ya gitmeden önce birkaç gününü 5 yaşındaki john ile geçirmiştir. annesi onu almaya geldiğinde küçücük bir çocuktan kocaman bir karar vermesini isterler. babası evde, yeni zelanda'ya onunla gelmeyi mi, yoksa annesiyle liverpool'da kalmayı mı tercih ettiğini sorar. john, babasını seçer. annesi itiraz etmez, sadece yıkılmış bir şekilde evden çıkar. daha köşeyi dönmeden john bacaklarına sarılır, gitme der, orada annesini seçer, yıllar sonra da müzik tarihine imzasını kimsenin alt edemeyeceği kadar büyük bir şekilde atar...
bir ay kadar sonra gelen edit: yanılmışım. lennon şaşırtmadı, anasına hallenmiş valla, kendi diyor: 'John described a childhood experience, lying in bed with his mother and accidentally touching her breast, "and I was wondering if I should do anything else.... I always think I should have done it. Presumably she would have allowed it"'
kaynak: https://www.quora.com/Did...-attraction-to-his-mother